Devlet Memuru Gibi Bilgisayarlar


Matematik bölümünü kazanıp üniversiteye başladığımda fakültedeki tüm öğrencilerin kullanımına açık yalnızca 15 adet bilgisayar vardı. Bilgisayarların başında görevli biri vardı ve bu bilgisayarları ondan randevu alarak en fazla 1 saat süreyle kullanabiliyorduk.

Bilgisayarlarımız devlet memuru gibiydi. Donanımı zayıf, hızı yavaş ve kapasitesi sınırlıydı. Bir yandan sayfaların açılmasını bekliyor diğer yandan da bizden sonraya randevu alan kişinin gecikmesi ya da gelmemesi için Allah'ın sevgili kullarını da anarak dua ediyorduk.

Bu durumu sürekli şikayet edip sayının artırılması için diplomatik tüm yolları deniyorken, sesimi duyan bir arkadaşımdan mühendislik fakültesinde içerisinde 50-60 tane bilgisayar bulunan sınıfların olduğunu öğrendim. Üstelik bu sınıflar ders haricinde de açık oluyormuş ve bilgisayarlar süre sınırlaması olmadan kullanılabiliyormuş.

İstihbaratı aldıktan sonra atalarımızın Viyana kapılarına dayandığı gibi ben de mühendislik fakültesinin kapısına dayandım. Bilgisayar sınıfından içeri girdiğimde, tır çarptıktan sonra yıllarca komada kalıp gözlerini açarken doktorlara "Nerdeyim ben?" diye soran bir hasta gibiydim. Neredeydim ben? Yanyana, arka arkaya dizilmiş, çağrı merkezi çalışanları gibi onlarca bilgisayar vardı. Bilgisayarlar geniş ekranlı ve yüksek donanımlıydı. Ayrıca hızlı internet de vardı.

Bilgisayarlardan birini kullanmak için hemen arka sıralara doğru ilerledim. O sırada görevli kişi de arkamdan gelip hangi bölümden olduğumu sordu ve kimliğimi göstermemi istedi. Suratımdaki şaşkınlıktan ve kimliğimden mühendislik fakültesinden olmadığımı anlayınca da beni salondan çıkardı. Tam da yıllardır aradığım mutluluğu buldum derken, şeytanın kolunu bacağını kırıp dişlerini eline verdim derken, yetersiz bakiyeye sahip bir akbil kullanıcısı gibi otobüsten inmek durumunda kaldım. Artık bilgisayar sınıfının camından içeri doğru bakıp, her mouse hareketinde kendi elimi hareket ettirecek, her monitörün yansımasında beni bekleyen karanlık geleceğimin kısa filmini seyredecektim.

Kapıdan çıkar çıkmaz birşeyler yapmam gerektiğinin bilincindeydim. Tabi matematik okuyoruz. Haliyle bir "sorunun" çözümünü bir kaç yoldan yapabilecek akla sahibiz, akıl zenginiyiz. Ertesi gün mühendis arkadaşın kitaplarından birini alıp yeniden sınıfa gittim. Görevli kişiye bilgisayar mühendisi olduğumu ve kimliğimi evde unuttuğumu söyledim. Bana bir yer gösterdi ve orada çalışmaya başladım.

İşte o gün öğrenme yolculuğum başladı. Her gün farklı birşey söyleyerek içeri giriyordum ve kapanana kadar çalışıyordum. Ben içerdeyken bilgisayar dersleri oluyor, hocalar gelip ders anlatıyor ve gidiyordu. İlk zamanlar "Seni daha önceki derslerimde görmedim, sen bizim bölümden misin?" diye soran hocalara, yatay geçiş yaptığımı söylemiştim. Kısa süre sonra kim olduğumu da sormamaya başladılar.

O dönemde hep bir web sayfamın olmasını istiyordum. Günlerimin çoğunu oradaki bilgisayarlarda çalışarak geçirdim. Nasıl yapıldığını öğrendim ve sonunda mesleğim de bu oldu.

Şimdi iyi bir işim, iyi bir bilgisayarım ve hala o günlerdeki kadar çok öğrenme isteğim var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Apple iPod Shuffle 3. nesil kullanımı

"Kosla Oxi Action Vanish Max" fazla oluyor

Arif Sinan ünlü mü ünsüz mü?