Kayıtlar

Alın bunu!

İstanbul’a yağmur yağıp arap kızının camdan baktığı günlerdi. Dayanıklı ev aletleri alışveriş merkezinde Türkiye maçını izledikten sonra eve dönmek için yola çıktık. Bir anda yağmur yağmaya başladı. Adımlarımla birlikte hızlanan yağmur, saçımın telinden ayağımın en favori parmağına kadar ulaşmış, tüm vucudumu işgal etmişti. Yolu kapatmışlar Artık hem iç dünyamda hem de dış dünyamda sırılsıklam olmuştum. Arabaya binip eve doğru yol almaya başladım. Uzun sürdü biraz fakat artık çok az kalmıştı. 1-2 sokak sonra eve ulaşacağım derken onlarca polisin yolu kapattığını ve arabaları durdurduğunu gördüm. Kafa pencereden içeriye Normal olarak beni de durdurdualar. Kafasını arabanın camından içeri sokup “Kimliğiniz lütfen?” diyen görevliye aynı şekilde kafamı dışarı çıkarıp ehliyetimi uzattım. “Hayır kimliğinizi istiyorum.” dedi. Kimliğimin üzerimde olmadığını söylediğimde, tek bir cümle ile beni birazdan çekilecek olan komedi filminin başrol oyuncusu yaptı: “Alın bunu!” Film başlıyor Arabamı hem

Sen kimsin Selman?

Yağmurlu bir Haziran gecesi Londra’da doğdu. Doğar doğmaz kalem, kağıt ve hesap makinesi istediği rivayet edilir. 2 yaşında toplamayı ve çıkarmayı, 3 yaşında çarpım tablosunu (9′lara kadar karışık), 5 yaşında Periyodik cetveli, 10 yaşında ise Oto Tamir ve Bakım cetvelini öğrenmiştir. Londra Chelsea kolejinde en ön sırada oturan ve çok başarılı bir öğrenci olan Selman, okulunu ilk 11’de bitirmiş ve karne hediyesi olarak ailesinden Mac Book Air almıştır. Öğretmenlerinin, arkadaşlarının ve mahalle baskısının etkisiyle müdür beyin odasına önünü iliklemeden girmiş ve tastiknamesini alarak Türkiye’ye gelmiştir. Yanlış zaman, yanlış insan, kış güneşi ve yanlış tercih sebebiyle hayatında kaydırma yaptığı üniversiteye, kuyruğa kaynak yaparak girmek durumunda kalmıştır. Boş zamanlarında okula uğrayan Selman, eğitim hayatının son bulup otobüslere tam bilet atmamak için elinden geleni yapmaktadır. Teknolojiye olan ilgisi onu insanlardan uzaklaştırmış, en iyi arkadaş dokunmatik ekranı olandır diyer

Mum gibi

Resim
İnsanların benim yüzümden mutlu olduklarını gördükçe şaşırıyorum. Benimle benzer sıkıntıları yaşayan arkadaşıma, onu düştüğü yerden kaldırıp uçuracak kadar yardımcı olabilirken, sıra bana geldiğinde hiçbir çıkar yol bulamıyorum. Hayat mı zor, yoksa hayatı zorlaştıran ben miyim? İnsanların ihtiyacı olan şeyleri onlara sağlayıp hayran sayfama üye eklerken, kendime hayran olamadım. Hediyeler arasında... Mum gibi hissediyorum kendimi. Herkese ışığım var ama kendime yok. Bir doğum günü partisinde söndürülmeden önce dilek tutan, hediyeler arasında seneminde olduğunu sanan ve bu yüzden yanmaya razı olan zayıf bir mum gibi. Tekrar yakıyorlar Belki de insanları anladığım için yanıyorum. Ben yandıkça gülümsemeler çoğalıyor, alkış sesleri artıyor. Gözlere ışıltılar saçıyorum. Beni söndürmek için nefeslerini sonuna kadar çekip üflüyorlar. Sönüyorum. Ama tekrar yakıyorlar. Sonra tekrar sönüyorum. İnsanların güldüklerini görebilmek için yanıp tükenmeye razıyım. Ben de güleceğim Bakalım, eğer boyum k

Bizim yeğen, “Sürme çekerken gözünü incitti.”

Allah kimseyi hastanelere hasta olara düşürmesin. Geçen gün anneannemi götürmüştüm. Oradaki insanların hallerini görünce unuttuğum bazı şeyleri yeniden hatırladım. Ben en çok düşünebildiğim için şükrediyorum. Annesinin sürdüğü tekerlekli sandalyede bile zor oturan zihinsel engelli bir çocuk gördüm. Çocukla birlikte halime ne kadar az şükrettiğimi de gördüm. Anneannem doktorun odasına girince ben de koridorda biraz yürümeye başladım. Boş olan sandalyelerden birine oturdum. Yanında refakatçisi de olsa içeriye sadece bir kişinin girebildiği bir polikliniğin önüne oturuyordum. Ayrıca içeri giren kişinin arkasından da kapıyı kilitliyorlardı. Sen de mi? Yanımda bekleyen teyzelerden biri “Sen de mi gireceksin?” diye bir soru sorunca, ilkokula yeni başlayan bir çocuk gibi ağlamaklı olarak “Hayır” cevabını verdim. Artık benim için cevabı önemli olan tek bir soru vardı, o da: “Ben nerede oturuyorum?” Kafamı çevirip kapının yanına baktığımda Göz Acil yazıyordu. Avea aboneleri gibi Oh be çektikt

Sevmenin kotası

Resim
Sevmek temel bir ihtiyaçtır. Her insanın sevme ihtiyacı miktarı farklıdır. Bazıları göz açıp kapatıncaya kadar sevgisini tüketebilir, bazıları bir kaç gün sever sonra sıkılır. Bazıları bir kaç ay sever, bazıları ise sınır tanımaz ve ömür boyu sevmeye devam eder. Neden ben? Eğer sevmenin bir kotası varsa sınırsız sevenler için büyük bir problem var demektir. Çünkü kotanın ne kadar olduğu önceden belli değildir ve siz kota sınırının farkına ancak kotayı geçtikten sonra varabilirsiniz. Sınırsızca sevip bir gün kotayı geçtiğinin farkına varanlar, kendilerini yenilmiş, herşeyini kaybetmiş, yalnız ve umutsuz hissederler. Çevrelerindeki insanlara bakıp, onların mutlu olduklarını gördükçe “Neden ben?” sorusuna cevap ararlar. Zor bir soru Böyle bir durumda bu soruya cevap verebilmek zordur. Hayatında ilk defa kota aşımı ile karşılaşanlar büyük sıkıntılar çekerler. Daha önce başına böyle bir şey gelenler için de durum çok farklı değildir aslında. Yeniden sevmeye başladıklarında kotayı geçmemek i

Polisin büyük başarısına bakın

Önce Garipoğlunun ailesi tarafından teslim edildiği söylentileri çıktı. Daha sonra avukatlar tarafından getirildiği söylendi. Sonrada Vali ve Emniyet müdürü kameraların karşısına geçerek saatlerce konuştular. Sürekli birbirlerine teşekkür ettiler. Aylardır kırmızı bültenle aranan adam elini kolunu sallayarak kendisi teslim oldu. Garipoğlu için “Yakalandı.” ifadesi kullanılamaz. Bu yüzden emniyet müdürünün açıklaması yanlıştır: “Polisin yakalama, ele geçirme ve adliyeye çıkarma işi tamamlanmıştır.” Kızın babası sessiz kalma karşılığında 3 milyon dolar istedi. Hayyam Garipoğlu televizyona çıkıp ağladı. Vali ve emniyet müdürü de biz yakaladık diye açıklam yaptı. Bu olay her aşamasında şova dönüştürülmüş. Yaptığı açıklamada “Babama çok üzülüyordum, bu yüzden teslim oldum.” demiş. Baban 7 aydır içerde yatıyor. Bu işin arkasında bir anlaşma var. Bu kadar güçlü bir aile çocuklarını garanti almadan teslim etmez. Amaç gündemi değiştirmekse bu olay 7 aydır başından sonuna kadar oynanan oyunlarla

Bu Benim Meselem

Resim
Bu Benim Meselem Bu videoyu bir kere izleyerek bende meseleye bulaşmış oldum. Eminim izlemişsinizdir, İbrahim Tatlıses’in Nasıl İsyan Etmem filmindeki flüt meselesini. Zaten filmin adı da bu sahne için çok uygun. İnsan izleyip delirdikçe, arkadaşlarınızın sakin ol kardeşim, kendine gel demelerine karşılık, “ nasıl isyan etmem şuna bak ya, flüt alamıyormuş. ” diyorsunuz. Benim bu mesele ile ilgim ne? Benim meselem aslında sadece iki yerde. Biri okul girişinde, çocukların yolda flütlerini çalarak yürümeleri (ki bu benim de huyumdur. Bir önceki yazımda bahsetmiştim) diğeri ise İbrahim Tatlıses’in flüt alamadığı için meyhanede içki içmesi sırasında sinirlendiğinde “Yapma oğlum Hasan, senin gibi adama yakışmıyor.” sözüne karşılık, arkadan ayaklar altında ezilmişlik hissi veren şarkı ile birlikte coşan “Ben adam mıyım?” haykırışlarıdır. Ben adam mıyım? Her sabah kalktığımda güne bu videoyu izleyerek başlıyorum. Haliyle hayatımı da bu videoya göre kurmaya başladım. Arabistan’a gitmek i