Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Müsahipzade Celal tiyatrosu Kargaşa oyunu

Resim
Bunalıma girmek üzereyken son çare olarak yaptığım şey tiyatroya gitmektir. Hayat zaten bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu için, her anımızı sahnedeki oyuncu gibi yaşadığımızı düşünürüm. Oyunculuk benim her zaman ilgimi çekmiş olsa da, yabancı insanlara karşı alışma sürecim uzun sürdüğü için izleyici olarak kalmama neden olmuştur. Fakat dediğim gibi zaten hayat bir tiyatro sahnesi olduğundan 26 yıldır tek kişilik oyun oynamaktayım ve alışmam gereken bir yönetmen veya oyuncu arkadaşım yok. Cami yapacaklar söylentisi Yenilemek için yıkıldığında, hemen yanı başında tarihi bir cami olmasına rağmen, amacı bağcıyı dövmek olan kişiler tarafından “Cami yapacaklar” söylentisi çıkarılan ve bu duruma sanatsever olarak tanımlanan birçok kişinin bilinçsizce tepki göstermesine neden olan Üsküdar’daki Müsahipzade Celal tiyatrosunda Kargaşa isimli oyuna gittim. Oyuncuymuş gibi heyecanlanıyorum Oyunda 5 kadının geçmişe yönelik özlemleri anlatılıyordu. Gençliğini özleyen, sevgilisini özleyen,

Sultanahmet Edebiyat Kıraathanesinde azarlama tatlısı yedim

Resim
Sınavlardan önce son Pazar gününü de kullanmak için siyahi arkadaşımla birlikte Sultanhamet’e gittik. Yemeğimizi Tarihi Hacı Osman Dönercisi 'nde yedikten sonra Ayasofya’nın kapısından içeri bakıp tramvay durağının hemen karşısındaki bu ilginç mekana girdik: Edebiyat Kıraathanesi Gerçek Kıraathane burası Günümüzde kıraathaneler, genellikle işsiz ve emekli insanların vakit öldürmek için kullandıkları, taş ve kağıt oyunları oynadıkları bir yer olduğu için kafenin içinde bir kütüphane olması çok dikkatimi çekti. Aslında “kıraathane” kelimesinin doğru karşılığı olan mekan burasıydı. Şuan her sokak başında yer alan kıraathanelerin, kıraatle bir ilgisi olmadığını biliyoruz. Herkesin elinde bir kitap Kapıda işletmenin sorumlusu bizi çok sıcak bir şekilde karşıladı ve bize lokum ikram etti. Onun bu güleryüzlü tavrı karşısında etkilendim ve güzel bir yere geldiğimizi düşündüm. İçeriye doğru ilerlediğimde sağa ve sola açılan farklı tarzlara sahip mekanların olduğunu gördüm. Bir taraf

Bana 3 bin çay

Resim
Lisedeyken okul bahçesinde iki kantin vardı. Birinde sadece çay ve simit, diğerinde ise tezgahın üzerinde farelerin dolaştığı, ekmeklerin içinden pislik çıktığı, sosis ve salamların domuz etinden yapıldığı iddia edilen (her lisede aynı muhabbet) bir kantin vardı. O zamanlar ben bu iki kantini fakir kantini ve zengin kantini olarak adlandırmıştım. Kutu kola o zamanlar benim için bir araba anahtarı gibiydi. Tabi soylu bir aileden geldiğim ve bir oturuşta iki-üç baba parası yiyebildiğim için genellikle zengin kantininde takılıyor, arkadaşlarıma kutu kolalar ısmarlıyor ve nedense o kutunun elimde olmasından dolayı kendimde büyük bir güven hissediyordum. Kutu kola o zamanlar benim için bir araba anahtarı gibiydi. hep kalaba hep kalaba Zengin olsun, fakir olsun iki kantinin de önü, Kadıköy Salı pazarında ucuz iç çamaşırı satan bir tezgahın önü gibiydi. Öğrenciler sanki maaşlı çalışıyor orada, hep kalaba hep kalaba. Kantinin penceresi HTC Wildfire S’in ekranı ile aynı boyuta s

Kılımı kıpırdatamıyorum

Resim
Saat 01:30’daki Katil Koyun Antayla otobüsüne bindiğimde her iki yolcudan birinin Galatasaraylı olduğunu gördüm. Sarı kırmızı atkılar, montlar, bereler, şişeler, gişeler ve bişeler... 28 numaralı kampanyalı koltuğa oturmak için arkaya doğru ilerledim. Yan koltukta uyuyan bir Galatasaray taraftarı vardı. Pencere kenarına geçmek için öncelikle onu geçmem gerekiyordu. Uyanması için bir kaç kez kolundan hafifçe dürttüm. Tamam biraz da çimdikledim. Fakat buna rağmen eleman “kılını bile kıpırdatmadı”. Gerçi ben de kıllarımı kıpırdatamıyorum ama bu başka. Çok ağır bir uykusu vardı. Öyleki çok yavaş nefes alıyor ve veriyordu. 1 saat öncesinden uyumasına rağmen gözleri tam olarak kapanmamıştı. Ağır yani. Uyanmadığını görünce kolunu daha şiddetli bir şekilde sallamaya, ona sanki bir Şahin’in içerisinde yolculuk yapıyormuş havası vermeye çalıştım. Galatasaray’ın kazanması ile birlikte stat içerisinde ve maç esnasında salıncak gibi sallandığını hatırlayınca artık “aklımın iplerin

Peygamber ocağında at ve domuz eti

Resim
Her ne kadar peygamber ocağı olarak adlandırılsa da, sakallı olan babalarımızın sosyal tesislere alınmadığı, başı kapalı olan annelerimizin tören alanlarından uzaklaştırıldığı, eşlerimizin fişlendiği bir ordumuz var. Aynı zamanda bu uygulamayı sürdürenlerin, şehit cenazelerine katılıp başı kapalı olan annelerimize ve sakallı olan babalarımıza destek olma yarışında olduklarını da görüyoruz.  Namaz kılmak ve Kur’an okumanın yasak olduğu başka bir peygamber ocağı yoktur. Ya da onların peygamber diye bahsettikleri kişi ile bizim Peygamber olarak bildiğimiz aynı değil. Edirne-Keşan'daki 4'üncü Mekanize Piyade Tugayı'nda tüketilen gıdalar askeriyenin laboratuvarlarında incelendi ve hazırlanan raporda çarpıcı bilgilere yer verildi. Ayrı ayrı numune alınarak üç kez yapılan testler, hamburger, tost gibi ürünlerin içinde domuz ve at etinin bulunduğunu ortaya koydu. Rapor ilgili komutanlıklara ulaştırılmasına rağmen bu gıdaların tugayda satışı engellenmedi.

Hiddik, Hiddank

Resim
Takım sahada iken durum ne olursa olsun, sanki bir kahvede televizyonun tam önüne oturmuş, futboldan anlamadığı halde maç izlemek zorunda kalan biri gibi, 90 dakika boyunca karşılaşmayı izleyen bir teknik adam olarak tanıdım Hiddink’i. Zaten ismini söylerken bile böyle bir kasılma oluyor ağzımda. Aldığı paraların haddi hesabı yokken her kaybettiğimiz maç sonrası kendisini melek ilan etmesi de “işini bildiğinin” bir göstergesi. TFF 5 milyon Euronun hesabını versin Biliç gibi yerinde duramayan bir adamın yıllık kazancı sponsor gelirleri ile birlikte 160 bin Euro iken, bizim Hiddik (Bilerek böyle yazıyorum) yıllık 5 milyon Euro kazanıyordu. TFF bu paranın yüzde birini amatör bir takımın antrenörüne verse, adam milli takıma Hiddikin kattığının yüz katını katardı. Hiddik hadi bitti Şampiyonadan elenmemiz ile birlikte nasıl bir zeka ile yönetildiğini anlayamadığım TFF’nin kafası dank etmiş ve durum “Hiddik hadi bitti” ye getirilmiştir. Peki verilen bu kadar para ne olacak?

Kızların gerçek yüzü: Sınav haftası

Resim
Bir gecede iki filmin izlendiği, monopol, batak, poker gibi oyunların oynandığı, günün büyük bir kısmının uyuyarak geçirildiği ve böylece arkadaşlar arası samimiyetin arttığı sınav haftaları bize bir gerçeği daha göstermekte: Güzel sandığımız kızların gerçek yüzü Yarım ekmek arası tavuk döner + ayran Normal zamanda İngiltere Kraliçesi Elizabet’in gençlik zamanlarındaki gibi güzel giyinip, “en ucuz fiyat garantisi” rekabeti yapan teknoloji firmaları gibi kendi aralarında rekabet eden kızlar, sınav haftası olduğunda 2 TL’ye yarım ekmek arası tavuk döner + ayran satan büfeler gibi basit ve sönük oluyorlar.   ay çok çalıştım valla Makyaj konusuna bir şey demiyorum, zaten insanın her zaman doğal maden suyu gibi olmasından yanayım fakat bu pijama olayı kızlarda oldukça sık bir şekilde görünmeye başladı. Özellikle üst sınıflar yeni gelen birinci sınıflara kötü örnek oluyorlar. Sınav haftasının başlarında eski formunu korumaya çalışıp ligin orta sıralarda kendisine yer bulan kızlar, s

Garantinin yeni reklamında bir eşekten akıl alıyoruz

Resim
Garantinin hayvanlı reklamında “Garantisiz kimse kalmasın” sloganı ile herkesin Garanti Bankası müşterisi olması isteniyor. Bunu isteyen ve insanlara akıl veren de eşekten tavuktan oluşan hayvanlar grubu. En düşük memur maaşının yaklaşık 1.500 TL olduğu ve her yıl yaklaşık 1 milyon kişinin memur olmak için yarıştığı bir ortamda, ceplerinin boş ve önünde bir simit yer alan “memur Cenk bey”; Elinde kocaman bir kavanozla, pencere önündeki güvercine sanki dilencilik yaparak geçimini sağlıyormuşcasına bir bakış ile “İşte bugünkü hasılat bu” dermiş gibi gösterilen “bizim Necmiye”; 2010 yılında yapılan düzenleme ile yaş sınırı olmaksızın tüm emekliler maaşını PTT aracılığı ile evine teslim alabilirken, sıra bekleme diye akıl verilen bizim beli bükük Ali amcamız; Köpekle tavla oynarken başına su dökülen ve neden böyle saçma bir sahnenin reklam filmine dahil edildiği hakkında bir fikrimin olmadığı, saf “esnaf Mustafa”; Otobüsün motor kısmı açık olduğu halde lastiklerin üzerinde akıl hastas

Van Depreminde ilçelere neden yardım götürülemedi?

Açıkcası Van’a yaptığım yardımları çok içimden gelerek yapmadım. Bunda yardımların PKKnın eline geçme ihtimali olma olasığının yüksek olması etkili oldu. Ayrıca Van belediyesi PKKlı. Bu yüzden yapılacak yardımın hiçbir aracı olmadan doğrudan ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını istedim. Depremden sonra orada görev yapan polislerle konuştum. Bana çok üzücü olaylardan bahsettiler. Van’da bazı şerefsizler o kadar insan soğukta dışarda yatarken Kızılayın çadırlarını çalıp tanesinin 350 TL’den satmaya çalışıyorlarmış. Bir adam 20 çadırla birlikte yakalanmış. Ayrıca pkklı elemanlar yıkılan evlerin arasından değerli eşyaları çalıyormuş. Üstelik depremde hayatını kaybeden insanların kollarını keserek. Polislerle konuştuğum gün, İstanbul’dan gönderilen 2 kamyon gıda yardımının kamyonlarla birlikte pkk tarafından çalındığını da öğrendim. Bu gibi durumların hiçbiri yardımların kesilmemesi için basına açıklanmıyor. Polis, asker, sivil toplum kuruluşları Van için birlik olurken Van’da yaşayan pkklıl

O kadar deprem vergisi verdik, nerede bunlar?

O kadar deprem vergisi verdik, nerede bunlar? Van depreminden sonra yaşanan aksaklıklar, 17 Ağustos depreminden sonra sadece bir yıl alınan vergileri gündeme getirdi ve herkes “O kadar deprem vergisi verdik, nerede bunlar?” demeye başladı. Alınmayan bir verginin hesabını soranlar aynı zamanda cevabını da vererek ülkenin gündemini çikolatalı pudink gibi karıştırmışlardır. Bugün 30’una yaklaşmış olan gençlerin çoğu şimdiye kadar sadece AKParti iktidarını gördüler. Şimdi bu yaşlardaki bir gence “Koalisyon hükümetinden” bahsettiğinizde, “Ne saçmalıyorsun, öyle şey mi olur, iki tane başbakan mı olur?” diyor. “Ne ikisi be kardeşim 3 tane başbakan bile oluyor.” dediğinizde kendisiyle dalga geçtiğinizi düşünüp size kızıyor. Deprem vergileri duble yollara gitmiş Sordukları soruya duble yol cevabını verenler arkalarına işte bu yukarıda bahsettiğim gençleri de alarak insanların düşünmesine izin vermeden depremden bile pay çıkarma çabasına girdiler. Halktan alınan vergilerin yine halka

Böyle Müşterilerimiz Bile Var

Böyle Müşterilerimiz Bile Var - İnternette bir ürün gördüm, bunu internetten alamıyor muyum? + Sepete ekle butonu var mı? - Evet var. + Butona basıp alabilirsiniz. - Teşekkür ederim. + Söylediklerinizi anlamadım, lütfen oturduğunuz yeri kodlar mısınız? - Ka, A, La, A, Mı.... + Beyefendi kodlayın lütfen, Adananın A sı, Manisanın M si gibi. - Kalamıkın Ka'sı............ Afyonun A'sı ........... + Evet hadi devam edin lütfen - L'nin L'si, A'nın A'sı, M'nin M'si... + ??? + 1 hafta önce kılıf aldım, soyulmaya başladı. Ürün kalitesinde hiç memnun değilim. Aldığım kılıflar konusunda şikayetçiyim. Konu ile ilgilenir misiniz yoksa kaderimle başbaşa mıyım?

Şimdi Okullu Olduk

Resim
Şimdi Okullu Olduk Üniversitenin zirvesindeyken, eğitim dünyasından bir seneliğine ayrı kalmam, aramızdaki sorunları düşünüp çözmek için bana çok faydalı bir zaman oldu. Geçen bu süre içerisinde nerelerde hata yaptığımı ve mutlu olmak için neler yapmam gerektiğini iyice anladım. Rektörlüğün beni arayıp “hadi gel, seni affettik” demesi ile birlikte 7 yıl boyunca eskittiğim yollardan tekrar geçmek durumunda kaldım. Diploma ile fotoğraf Matematik bölümünün en zor sınıfı 3. sınıftır. Soyut Cebir dersi aklı başında olan insanlar için oldukça zordur. Bu dersi geçmek için kafayı biraz sıyırmanız gerekmektedir. Gerçi bana her gün bayram olmasına rağmen, 7 yıl gibi bir sürede diploma ile birlikte bir kare fotoğrafımın bile olmaması aslında her günümün de bayram gibi geçmediğinin bir göstergesidir. Normal hızlı tren Okulun ilk günü benim için oldukça zor oldu. Çarşamba gecesinden normal hızlı trenle başlayan yolculuğum sabahın erken saatinde, Uğur derin dondurucudan bile daha s

Müşteriyi Üzmeyin

Yeni şirket politikamız "Müşteriyi Üzmeyin." olunca telefonla bizi arayıp test etmek isteyenlerin dereceleri de arttı. İnsanın böyle müşterileri varsa zaten üzmesine de gerek yoktur. - Merhaba elinizde LG şarj aleti var mı? + Hayır yok. - Ama internette "Yakında stoklarımızda" yazıyor. - Sepetimden ürün silmek istiyorum. "Sil" tuşuna bassam silinir mi? + Evet silinir. - Teşekkür ederim. - Merhaba sitenizde bir çok ürün görüyorum. Hepsi size mi ait? + Hayır yarısı karşıdaki bakkalın. - Teşekkürler.

Sallasam Tutar mı?

Çağrı merkezinde çalışmak, deliler hastanesine ön kayıt yaptırmak ile aynı şeydir. Her çağrı geldiğinde, sevdiklerimizle birlikte yaşağıdığımız bu dünyayı daha başka kimlerle paylaştığımızı gördükçe, içinizdeki insan sevgisinin azalıp, hayvan sevgisinin arttığını da göreceksiniz. - Ama benim e-posta adresim yok. + O zaman sallayın bir tane adres. - E ama sallasam tutar mı? - Pantech PG1600 telefonum var, telefonumu çok seviyorum. Bataryasını alabilir miyim? + Bizde bu ürünün bataryası yok. - Ben görüyorum ama. + Tamam o zaman fiyatı nedir? - ee şey... + Sepete ekle butonu var mı? - eee....?? - (Karısı telefonu aldı ve merhaba eşim zorla arattırdı. Ekranda "Aradığınız ürün bulunamadı." yazıyor. - İnternetten sipariş versem kargoyla gönderme imkanınız var mı? + Zaten sadece kargoyla gönderiyoruz. (Yok tüm Türkiye siparişini gelip kendi alıyor. Biz kargoyla gönderemiyoruz.) - Kasa almak istiyorum. + Ürünü internette gördünüz mü? - Hayır görmediğim için arıyor

Amerika'da idam cezası var

Menfaatleri söz konusu olduğunda suçlu-masum ayırmadan herkesi katledebilen Amerika, hak ve hukuk bilmez uygulamaları ile kendisine sadece düşman kazanmaya devam ediyor. Amerika'nın sergilediği bu tavırların cezasını da yine masum insanlar çekiyor. Her fırsatta zengin yer altı kaynaklarına sahip müslüman devletlerine, terör konusunda suçlamalar yönelten Amerika, "insan hakları" konusunun da kendisi için hassas olduğunu söylüyor. İdam denildiğinde çoğu kişinin aklına İran'ın gelmesine karşılık, Amerika'da da idam cezasının olduğunu ve en çok idam yapan ülkenin Çin olduğunu kimse bilmiyor. İdam cezası Amerika'da da var ve bu yıl 11 Ağustos'a kadar 9 kişi idam edildi. Ama dünyanın hiçbir ülkesi bu idamlar karşısında bir kınama yayınlamadı. 2010 yılı idamlar: Çin: 2000'den fazla olduğu tahmin ediliyor. İran: 252 ABD: 46 Yapılan idamların çoğu uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı suçlamalarından. Sonrasında ise cinayet ve tecavüz suçları geliyor. Am

Ordu Göreve

Resim
40 yıldır bu ülke, karanlık güçlerin kontrolünde olan terör ile uğraşıyor.  Zamanında " ORDU GÖREVE " diye pankart açan demokrasi düşmanları ile emekliliklerini isteyen bu paşa takımı, ordunun görevinin sadece " darbe yapmak "tan ibaret olduğunu sanıyorlardı. Kendilerini göreve çağıran demokrasi düşmanlarına karşılık 10 yıldır darbe planları ile uğraşanlar, terörün bitmesini, Türkiye'nin gelişmesini ister mi? Terör biterse AK Parti’nin daha fazla oy alacağını düşünürler. Çünkü bunlar vatan uğruna koltuk pazarlığı yapacak insanlardır. Darbe konusunda uzman olan generaller, söz konusu terör olunca 3-5 çapulcu karşısında 40 yıldır ne şeref bıraktılar ne de haysiyet. Hem dünyanın en güçlü orduları arasında gösterilip, hem de 3-5 eşkiyaya kendi askerini esir aldıran, her ay onlarca şehit veren dünyanın en güçlü başka bir ordusu yoktur. Sonunda tekmeyi yiyenler bugüne kadar verilen binlerce şehidin ve şehit ailelerinin ruhuna huzur doldurmuştur. Yurdun dört bi

10 yıl önce de dünyanın en pahalı benzinini kullanıyorduk

Resim
Pahalı benzin kullandığımızı nasıl anladık? Türkiye, Cumhuriyet tarihinden bu yana her zaman dünyanın en pahalı benzinini kullanmıştır. Demirel varken de en pahalı benzini kullanıyorduk, Ecevit varken de. Ama insanlar o dönemlerde açlık ve sefalet çektiklerinden dolayı benzinin pahalı olması onlar için bir şey ifade etmiyordu. AKP iktidara geldi, ekonomi düzeldi ve refah seviyesi arttı ve o zaman benzin konusunda sesler yükselmeye başladı. Karnı doyan vatandaş kendisini biraz zorlayıp ev aldı. Evini alanlar biraz daha para biriktirdi ve kendilerine bir araba aldı. Daha düne kadar işe yürüyerek veya bir kaç vesait değiştirerek gidenler araba sahibi olunca, dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı gördüler ve haklı olarak şikayet etmeye başladılar. Benzin fiyatları hakkında yapılan şikayetler ekonominin düzeldiğini ifadesidir. Demek ki bir litre benzin için 4 TL veremeyecek araba sahibi insanlar var. Zaten AK Partinin düzeltmesi gereken iki şey kaldı. Biri bu benzin fiyatları,

İnsanlık dışı uygulama

Geçtiğimiz hafta İran’da bir kadının, yüzüne kezzap atıp kör olmasına neden olan sevgilisini affettiğini okuduk ve izledik. Şeriat kurallarına göre kör olan ve yüzü tanınmayacak hale gelen kızın hakkı, kendisine yapılanın aynısını adama yapmasıydı. Ama kız son anda vazgeçti. İnsan hakları örgütünün bu uygulama karşısında “İnsanlık dışı bir uygulama” yorumu, kör olan ve yüzüne bakılmayacak hale gelen kızın acısını bir derece daha artırdığını düşünüyorum. Benim hayatımı karartan ve insanların arasına çıkamayacağım bir şekle sokan bu adamın cezası 5 yıl hapis yatmak mı peki? O adam 5 yıl sonra hapisten çıkıp hayatına kaldığı yerden devam edecek. Ama mağdur olan kız ömrünün sonuna kadar bu acı ile yaşamak zorunda kalacak. Kız herşeye rağmen adamı son anda affetti ve onu Allah’a havale etti. Yapılabilecek en doğru şey buydu belki de. Adam yaptıklarının karşısında kendisine merhametli davranan kız karşısında ezildikçe ezildi. Sanıyorum ki artık ömrünün sonuna kadar vicdan azabı çekecek.

Kafaları değiştirmek

"Kendimi mutlu hissetmek için söylediğim yalanlara inanmama izin veren arkadaşlarım var." Okulun son yılı büyüdüğümün ve artık o eski serseriliğimin kalmadığının az da olsa farkındaydım. Bir zamanlar bana eğlenceli gelen tüm delilikleri yapmak için artık eskisi kadar deli değildim. Bunu ilk anladığım andan çok üzülmüştüm. İnsanlar hep “nerede o eski günler?” diye sorarlar ya, işte o sorunun kaynağı tam orada başlıyor aslında. İnsanın kafası nasılsa yaşadığı günler de ona göre oluyor. Eğer siz o eski kafanızla yaşamaya devam ederseniz “Nerede o eski günler?” sorusunu asla sormazsınız. Bu durum toplumsal bir gerçeği de ortaya koyuyor. “Nerede o eski günler?” sorusunun cevabı zamanın değişmesi değil, kafaların değişmesidir. İnsanlar değiştikçe eski günlerini özlerler.

Sana gitme demeyeceğim ama gitme

Resim
Sana gitme demeyeceğim Ama gitme lavinia Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim İncinirsin yine de sen bilirsin Sana gitme demeyeceğim Ama gitme lavinia Üşüyorsun ceketimi al günün en güzel saatleri bunlar Lavinia yanımda kal Sana gitme demeyeceğim Ama gitme lavinia Adını gizleyeceğim Sende bilme bilme lavinia Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim İncinirsin yine de sen bilirsin Ama Özdemir Asaf (1957)

Türkçe’nin tavanı çöktü

Öğretmenimiz Büyük Ünlü Uyumu nu öğrettiğinde kafamdan ilk geçen şey konuşmalarımda Türkçe kelimeler kullanmaya dikkat edeceğim olmuştu. O zamanlar yabancı kelimelerden oluşan, hatta onları bile bozarak kullanan dükkan isimlerine çok kızıyordum. O zamanlar yabancı kelime kullanmak sadece gösteriş olsun diye iPhone almak gibi birşeydi. Ülkeler artık tankla tüfekle işgal edilmiyor Bir ülkenin dilini bozmak, o ülkenin geleceğini işgal etmek anlamına geliyor. Türkler olarak fazla dostumuz olmadığı için şimdiki durumumuz çok daha kötü. Bırakın dükkan isimlerini, artık insanlar kendi isimlerini bile doğru bir şekilde kullanmıyorlar. Facebook’ta bunların örneklerine çokca rastlayabilirsiniz. Bu bozulma o kadar çok ileriye gitmiş ki, insanlar artık yıllardan beri kullandıkları Türkçe kelimeleri bile yanlış okumaya başlamış. Geçenlerde “ cadde ”yi “ kadde ” diye okuyan bir adam gördüm. Ama bunu espiri olsun diye yapmıyordu. Şimdi hangi ilkokul çocuğuna sorsanız sorun, ingilizce’de c ’lerin

Doğum günüm yaklaştığında ilk aklıma gelen

Doğum günüm yaklaştığında ilk aklıma gelen 2000 yılında bilgisayar sistemlerinin çökeceği yalanı olur. 10 yıldan beri her doğum günümde bu olay aklıam gelir ve bizi ne kadar saf yerine koyduklarını düşünüp gülerim. O zamanlar ortaokuldaydım... O zamanlar ortaokuldaydım ve bilgisayar sistemiyle çalışan su ve elektrik şebekelerimiz olmadığı için çok mutluydum. Amerika’nın sonunun geldiğini düşünüp sevinmiştim. Ama beklediğim şekilde olmadı. Akşam haberlerde sadece bir kaç yazarkasanın 1900 tarihine ait faturalar kestiğini gördüm. Bunun dışında herşey normaldi. 2000 yılı yazarkasa sektöründe çalışanlar için bir dönüm noktası dır. A’dan Z’ye tüm firmalar o yılda bu sektöre girmiş ve ciddi paralar kazanmışlardır. Şuan minicik fiş kesen küçük yazarkasalar o dönemde çıkmıştır. Gönül isterdi ki Amerika’nın suyu elektriği kesilsin, kurusunlar, pis kalsınlar aç kalıp yok olsunlar :) Bunlar olmadı ama benim beynim bu milenyum sendromundan baya bir etkilendi.

Profilo Bir tek anneler dayanır reklam filmi

Resim
Reklam çok başarılı. İnsanın anne olası geliyor. Oldukça etkilendim.

The End: USAme

Resim
"USAme Bin Ladin'in öldürülmesi, Amerika için, dünya genelinde barışın peşinde olan insanlar için ve 11 Eylül 2001'de sevdiklerini kaybeden herkes için bir zafer anlamına geliyor." George W. Bush Peki bu büyük başarınız evlerini yıktığınız, yanlışlıkla annelerini ve babalarını öldürdüğünüz çocuklar için ne anlama geliyor? Masum insanların sizin kanlı planlarınızla ne ilgisi vardı? Gün gelecek bu acıyı yaşattığınız çocuklar da, demokrasi demokrasi diye havlayarak girdiğiniz yeraltı zengini bu ülkelere yaptıklarınızdan intikam alacaktır.

Hal-ime bak

Eskiden mi günlerimiz güzeldi yoksa o günleri güzelleştiren bizler miydik? İlkokulda öğretmenim soru cümlesinde “mi”lerin ayrı yazılacağını o kadar kafama sokmuş ki, artık bir kelime içerisinde “mi” geçse onu bile ayrı yazıyorum. Örnek: son sene mi seviyorum. Bir zamanlar kanlı savaş sahnelerine tanıklık eden blogumuz artık yeni dönemde milletvekili adayı olamayanlar gibi sessiz ve hüzünlü. Tabi ki bu sessizlik kuzuların değil Halime'nin sessizliğinden kaynaklanıyor. Kendisi yıllarca gıda terörüne yardım, yorgan, yastık ve yataklık etmiş, tüm market, bakkal ve alışveriş merkezlerinde gizli faaliyetlerde bulunmuş. Hindistan koalisyon hükümetinin baskılarına dayanamayarak soluğu Tarım ve Kültür Bakanlığı’nda almıştır. “Sokaklarda rahatça dolaşıp, bakkaldan manavdan veresiye alışveriş yapmak istiyorum.” diyerek dumansız hava sahalarına veda eden Halime’yi artık canlı yayın yapan sunucuların arkasında ilginç hareketler yapıp, bir eliyle el sallayarak, diğer eliyle de sevdikl

Blogspotun kapatılması hakkında

Blogspotun kapatılması hakkında Digiturk’ü haklı buluyorum. Elbetteki ticaretini yaptıkları bir işin bazı hırsızların kazanç kapısı olması çok üzücü. Blogspotun kapanıp açılma kararının alınması sürecinde Google’ın işlemleri yavaşlatma çabalarına da aynı şekilde üzüldüm. Sonuçta Digiturk’ün şikayetine konu olan adresler belliydi. Google istese sadece bu adresleri engelleyebilirdi. Fakat Google, hükümetin kendisini sıkıştırdığı “vergi” konusuna karşılık tüm blogspot kullanıcılarını mağdur etmeyi tercih etti. Basit bir olay büyüdükçe büyüdü. İnternetin geçmişi çok fazla olmadığı için ve ülkemizdeki büyük çoğunluğun henüz internet kullanımı ileilgili bir eğitimi olmadığı için yanlış anlaşılmalar çok oluyor. MSN kullanan birisi mail adresinin olmadığını söylüyor. Kendisine www.ile başlayan bir adres söylediğinizde bunu tarayıcının adres satırı yerine, önce Google’ı açıp sonra arama kutusuna yazıyor. Hal böyle olunca mahkeme kararına Blogspot yerine Blogsport yazan katip yeni bir ala

Dekont olayı nedir?

Bizim okuldaki zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklı olan bir görevli, tam bir sene sonra, harç paramı yatırmadığımı iddia edip benden yaklaşık 700 TL’yi yeniden yatırmamı istedi. Üstelik bunu okulun duyuru panolarında, kantin ve pastanelerde, konferans salonlarında boy boy afiş bastırarak. Konuyla ilgili görüşmek için okulu telefonla aradım. Tabi ki böyle bir durumda, o anki sinirle karşıma çıkan ilk kişiye: “Acaba bir senedir aklınız nerdeydi?” diye sordum. Bir üniversite düşünün. Öğrencilerinden biri harç parasını yatırmayacak ve siz bunu tam bir sene sonra fark edeceksiniz ve bu sebepten dolayı öğrenciyi okuldan atacaksınız. Kayıt ve ekle sil son gününden sonra tüm dekontlar incelenir ve en geç 1 ay içerisinde harç parası yatırmayan öğrenciler çağrılır. Fakat ben ne hikmetse tam bir sene sonra çağrılıyorum. Okuldaki görevliye parayı yatırdığımı, zaten verdiğim makbuz karşılığında kayıt yaptırdığımı söyledim. Sistem seni yalanlıyor diyerek banka dekontumu getirmemi istedile

İnsanlar medeniyete gitse olmuyor mu?

Bu sabah Fox TV’de yayınlanan ve Fatih Portakal'ın sunduğu Çalar Saat programını izledim. İzleyicilerden biri Konya’nın bir yaylasında bulunan 20 haneli bir köyün videosunu çekmiş ve burada elektirik, su ve telefonun olmadığından, köylerine yol yapılmadğından şikayetçi olmuş. İnsanın olduğu her yere medeniyet götürmek?? Bu duruma Fatih Portakal’ın tepkisi şöyle oldu: “ Şimdi 20 haneli köye yol, su, elektrik götürülür mü be kardeşim diyebilirsiniz. Fakat insanın olduğu her yere medeniyet götürülmeli. ” İnsanlar medeniyete gelse olmuyor mu? Sadece yaz aylarında yaylaya gelen toplam 40 kişi için o bölgeye bu kadar yatırım yapılması mantıklı mı? Konya Ereğli ilçesine bi baksınlar bakalım altyapısı tamam mı? İlkokul ve lise binaları nasıl? Gelen şikayetlerin mantıklı olarak değerlendirilmesi gerekli. Henüz ilçedeki sorunlar tam anlamıyla çözülmemişken bu vatandaşın köyümüzde yol yok demesi çok saçma. (24.02.2011)

Keşke herkes onun gibi olsa

Belki de önce dekont olayından bahsetmem gerekiyordu ama bunu daha öncesinde anlatmak istedim. Dekont işini çözmek için 7. senemin sonunda sözleşmemin tek taraflı fesh edildiği okuluma yeniden gittim. Yakın bir zamanda adı kötü bir olaya karıştığı için içeri girişlerde kimlik göstermek zorunluydu. Eğer öğrenci kimliğiniz yoksa kapıda bi 10 dakika bekleyip kayıt olmanız gerekiyordu. Eğer hem okulun öğrencisiyseniz ve hem öğrenci kimliğinizle birlikte normal kimliğinizde yanınızda yoksa ve eğer adınız Ahmet Selman değilse içeri girmeniz biraz sıkıntılı oluyordu :) Bu kez yanımda normal kimliğim vardı fakat öğrenci kimliğim yoktu. Kontrol görevlisine kimliğimin yanımda olmadığını söyledim. “ Evde mi unuttun? ” diye sordu. “ Evet ” dedim. Sonuçta eski kimliğim yanımda olsaydı onu gösterecektim ve gerçekten de onu evde unutmuştum. Kayıt işlemleri için diğer görevlilerin yanına gitmemi istedi. Ona kayıt olmaya geldiğimi, isterse başka bir okulun kimliğini gösterebileceğimi söyledim.

Sanma unutulur kalp ağrısı zamanla

Resim
Sanma unutulur, kalp ağrısı zamanla, Herşeyi unutarak, yaşanır sanma. Neydi bir arada, tutan şey ikimizi Birleştiren neydi ellerimizi Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi Sevmek bir çok şeyi göze almaktı. Aşk hastalığının belirtileri de tedavisi de diğer hastalıklardan ayrıdır. Zamanında bütün insanlığı tehtit eden, dermansız denilen çoğu hastalığın tedavisi bulunmuştur. Sonra yeni hastalıklar türemiştir. Onlarında çaresi bulunmuştur. Şimdi de tedavisi olmayan hastalıklar var. Ve bunlara da gelecek yıllarda bir çare bulunacak. Aşkın nasıl başladığını açıklayamadıkça ona bir tedavi yöntemi bulamayacağız. Genç bir kalbe, gördükleri karşısında tıkanan damarları için by-pass yapamazsınız. Bazen insan bu durumu anlatmaktan çok, sessizce içinde yaşamak ister. Çünkü zaten içinde volkanlar patlamaktadır, dengesi bozulmuştur ve sürekli sallanmaktadır. Karanlık ve sessiz bir yer arar. Başını yastığının altına gizleyip uzanmak ister. Artık dünyanın en mantıklı profösörlerini de ge

En cüzel çay

Resim
Kütahya'ya aylar sonra tekrar gidip, eski arkadaşlarımın beni bıraktıkları yerde beklediğini görmek beni o güzel günlere tekrar götürdü. Benim için gece ve gündüz kavramı yoktu. Canım ne istediyse onlarla birlikte yaptım. Çok güldüm ve karşılığında çok da ağladım. Bize 3 çay getirin Servisten indiğimde hep birlikte bir kafeye girdik. Saat gece 3 gibiydi. Herkesin anlatacağı şeyler vardı ama haberler bende olduğu için hep ben konuşuyordum. Kendime bir dürüm ve temel ihtiyaç maddem olan çay istedim. Servis elemanı çayı yeni demlediğini ve 5 dakika beklememi söyledi. Genelde çayların bu gibi yerlerde kötü yapıldığını biliriz. Burada da aynı şeyle karşılaşacağımı sandığım için yeni çay yapılması beni heyecanlandırmadı. Bize 3 çay daha getiriniz Büyük bardakta 3 bardak çay geldi.Dürümlerle birlikte bu çayı içtik. Fakat çayda inanılmaz bir güzellik vardı. Servis elemanından üç tane daha çay getirmesini istedim. Gülen bir yüzle tabi efendim dedi ve hemen 3 tane büyük çay daha geti

Biz mi kazandık Ceple Kazan mı?

Geçtiğimiz günlerde sonuçları açıklanan ve katılan milyonlarca kişiyi hayal kırıklığına uğratan Ceple Kazan çekilişinde firma dünyanın parasını kazandı diyebiliriz. Türk halkının güvendiği isimleri reklamlarında oynatan firma, bu şekilde katılımın artmasını sağladı. Şimdi ise milyonlarca lira fatura ödeyen abonelerin suçlamaları ile karşı karşıya. Sonuç olarak firma hediye maliyetlerinin 400 katını cebine indirdi. İnsanlar kendi saflıklarının cezasını çekiyor Açık konuşmak gerekirse bu kampanyaya katılıp kazanamadığı için savcılığa suç duyurusunda bulunan, kazanamadığı için “Bu işte bi hile var.” diyen, kazanmadığı için “Dolandırıldık, kandırıldık.” açıklamaları yapanların hepsi kendi saflıklarının cezasını çekiyor. Birine bir hediye çıksaydı hemen döneklik yapardı Eğer bu insanlardan biri ev kazansaydı, emin olun ki Ceple Kazan firmasını yere göğe sığdıramazdı. Birine bir araba çıksaydı en güvendiği firma Ceple Kazan olurdu. Kimse sizi zorla bu çekilişe katılmak durumunda bırak

Ben de tasfiye ederim

Satın aldığı telefonu çok beğenen kullanıcıların, telefonları ile ilgili yazdıkları yorumların altına "Telefonu şiddetle tasfiye ederim." yazması beni hem üzüyor hem de sinirlendiriyor. Özellikle "tasfiye" kelimesi. Bu yanlışı yapanlara baktığımızda genellikle lise öğrencileri karşıma çıkıyor. Bilgisayar derslerine öğretmen olmadığı için geometri hocası giren lise öğrencileri... Facebook'ta, MSN'de ve SMS yazarken kısaltmalar kullanan, Türkçe karakterden kaçınan yeni nesil... Atatürk'ün "Öğretmenler, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır." sözü çok önemli ve çok doğru. Ortada şöyle bir durum var: Bir tarafta yeniliklere ve öğrenmeye açık, her gördüğünü doğru veya yanlış gözetmeksizin alan öğrenciler, diğer tarafta ise teknolojiden korkan, uzak duran, alışamayan öğretmenler. Durum böyle olunca yeni nesil kendi yolunu kendi çiziyor.

Bir sarhoş, bir selman ve bir hayat kadını

Saat gecenin ikisi üçü. Kimsenin olmadığı sokaklarda, şehir sanki bana kalmış gibi dolaşıyordum. Kaldırımın kenarından yürüyüp, mesajlarımı kontrol ederken aniden karşıma bir adam çıktı ve “ Kontörün var mı? ” diye sordu. Hiç düşünemeden, bir anda ağzımdan “ Var. ” kelimesi çıktı ve bu hikayenin devam etmesi için kapıyı araladı. Karşımdaki adam bizim evin yakınındaki kapalı otoparkın sahibiydi. Biraz yorgun ve sabırsız görünüyordu. Bana: “ Bi arkadaşımı arıyorum fakat kendisine ulaşamıyorum. Aradığımda açmamasını söylemiştim. Senin hattından arayabilir miyiz? ” dedi. Karşı tarafın açmamasının sebebini de hemen ekledi. Arama yaptığımızda, her aramada “dııııt” sesi yerine farklı bir şarkı çalıyor. Adam da arkadaşını arayıp bu şarkıları dinliyor. Telefonu açmamasını söylemiş, çünkü sabaha kadar onu arayıp sürekli şarkı dinleyecek. Önünde radyosu ve bilgisayarı olduğu halde. Aslında sadece bu bahaneden dolayı şüphelenmem gerekirdi ama o an bunu anlayamadım. Karşıdaki telefon, iki k